2014 YGS sınav sonuçlarına göre öğrencilerimiz Türkçe dersinden ortalama 18 net (bu çocukların ana dili Türkçe ve 12 yıl boyunca bu dersi gördükleri unutulmamalıdır), sosyal bilimlerde 11 net, matematik 6 net ve fen bilimlerinde 3,5 net yapabilmişler. Zorunlu temel eğitimi aldıktan sonra muhtemelen dershane aracılığı ile sıkıştırılmış eğitimden geçen bu çocuklarımızın durumu ortada. On iki yıl boyunca matematik dersi alan bir öğrenci YGS matematikten (bu temel matematiktir) ancak bu kadar soru yapabilmiş. Aslında durum bir fecaattir.
Beden eğitimi en sevilen derslerden biridir, futbol, basketbol ve diğer branşlarda başarı durumumuz ortadadır. Alman takımlarının alt yapısında yetişen topçuların peşinden koşulmasının sebebi 25 milyon genç nüfus içinden 11 futbolcu çıkaramıyoruz. Kimse beden eğitimi dersinde başarılı olduğumuzu iddia edemez sanırım. Resim (Görsel Sanatlar) dersinde bana son yıllarda yetişmiş bir ressam adı verirseniz başarılı olduğumuzu kabul edebilirim. Müzik dersi, bilmem söylemeye gerek var mı ama siz alaylıları mı mekteplileri mi dinliyorsunuz? Popüler müzik dediğimiz tür bazen gitarla bazen saz ile karşımıza çıkıyor ve hep beraber “o ses çocuk” dinliyoruz. Hepside müzik öğretmenlerinin başarısı olmalı. İngilizce dersi, dördüncü sınıfta öğretilen sayılar, ad soyad söyleme ve tense’ler dışında pekte bir şey öğrendik sayılamaz.
Öğretmenlerin özlük hakları konusunda hangi öğretmene dokunsanız “bir dokun bin ah işit” gerçeğiyle karşılaşacağınız kesin. 40 bin öğretmen ataması yapılacak mı, ya da “çok tatil yapıyorlar” a indirgenmiş bir tartışma öğretmenlerin gerçeklerini yansıtmaz. Mesela, müfredat denilen metin sene başında öğretmenin eline verilir ve bütün sene bunu bir papağan gibi okuması sağlanır. Her türlü yönetmelikle eli kolu bağlanmış öğretmen başında bulunan idareciler tarafından zapturapt altında tutulur. İdareciler ise Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından kontrol edilirken müfettiş denilen kolluk kuvvetleri tarafından korkutulur. Müfettişler ise siyaset tarafından boyanıp okullara salınıverir. Bu yazdıklarım bu güne özel bir durum değildir, 90 yılda 60’dan fazla Milli Eğitim Bakanı değiştiren Türkiye Cumhuriyeti’nin makus kaderidir. Maalesef bugünde böyledir.
Başörtüsü problemi imam hatip liseleri dışında hala devam etmekte, törenler ile Kemalist ideoloji hala çocuklarımıza dayatılmaktadır. Her ne kadar Ak Parti hükümeti bu konuda ciddi adımlar atmış olsa dahi yeterli olmadığı aşikârdır. Eğitimde parça parça düzeltmeler yerine devrim yapmak elzemdir.
“Bir milli eğitim programından söz ederken, eski devrin hurafelerinden ve yaradılış niteliklerimizle hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi karakterimizle uyumlu bir kültür kastediyorum.” M. Kemal’in 1921’de Maarif Kongresi’ni açarken söylediği bu sözler hala Milli Eğitim politikamız olarak devam ediyor. Sorunların sebebi de bu olsa gerek. M. Kemal’in “hurafe” dediği bizim dinimiz, “doğudan” dediği, o sırada S.S.C.B.’den yayılan Marksist fikirler. Her ne kadar CHP sol’da olduğunu iddia etse de M. Kemal bu fikre karşıdır. “Batıdan” dediği ise liberal hareketlerdir.* Milli bir eğitim politikası oluşturmaya çalışıyorken dünyaya gözünü kapatan, bazen karşı bir eğitim. Bu fikirlerden kurtularak belki eğitim düzeltilebilir ve çocuklarımızı kurtarabiliriz.
“Sonuç olarak sen tamamen duvardaki başka bir tuğlasın
Eğitime ihtiyacımız yok
Düşüncelerin kontrolüne ihtiyacımız yok
Sınıfta hiçbir karanlık küçümseme değil
Öğretmenler! Çocukları yalnız bırakın”
Pink Floyd’un The Wall adlı şarkısı böyle diyor. Duvarda tuğla olacak bir nesil mi istiyoruz? Yoksa duvar ustası mı? Özgür bireyler mi yetiştirmeliyiz yoksa sistemin köleleri sizi memnun eder mi?
*Kaplan, İsmail. (2011) Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi.İstanbul. İletişim Yayınları. Bu kitapta Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana ne kadar ideolojik bir eğitim verdiğini okuyabilirsiniz.