Rüzgârların en ferahlatıcısı senden geliyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini.
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin.
Nimettensin, Nimettensin!”
Yukarıda yazılı şiir Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Desem Ki” adlı şiirinden bir bölüm ve sevgiliye yazılmış, yani bu şiir bir insan için yazılmış. Okuyunca hemen ilk aklımıza gelen şey şu soru: Bir insan başka bir insan için ne kadar önemli olabilir? Sensiz yaşayamam ya da her şeyimsin gibi iddialı cümleler edebiyatta sık sık karşılaştığımız ama gerçek hayatta karşılığı olmayan cümleler. Bir insan ne kadar yüce anlamlar ifade edebilir ya da bir insan ne kadar her şeyimiz olabilir? Peygamber efendimiz için sahabe “anam babam sana feda olsun” derken bile feda edilen güç şahsiyeti değil Allah’ın elçisi olması sebebiyle taşıdığı mesaj ve misyondur. “Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de, elçiler gelip geçmiştir. Öyleyse şimdi, O, ölür veya öldürülürse topuklarınızın üstünde geri mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geri dönerse, Allah'a hiç bir şekilde zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Âl-i İmrân / 144) Realiteye baktığımızda hiç kimsenin başka birinin her şeyi olmadığını görürüz. Bu gibi iddialar hayali sevgi cümleleri olabilir ancak.
Dil; insanların aralarında kendilerini ifade etmek için kullandıkları ses örüntüleridir. Sembollere dökülmüş hali yazı. Çevremizle etkileşime geçtiğimizde jest-mimik ve dil sayesinde iletişim kurarız. Cumhuriyet tarihi ile birlikte Türk Dil Kurumu aracılığı ile dili öze dönüştürme çalışmaları ne kadar anlamlı çalışmalardır sorgulanabilir. Dil kültürel öğeleri içinde barındırır ve düşünme sırasında kullanılan en önemli enstrümandır, ancak kendini doğru ifade edebilecek enstrümana sahip olmakla, dili insanı oluşturan bir öğe olarak gören toplumcu açıklama arasında ciddi bir fark vardır. İlkinde insan dilin yapıcısı ikincisinde dil insanın yapıcısıdır. İlkinde dil araç ikincisinde belirleyici olandır. Çevremizdeki her şeyden etkilendiğimiz gibi dilden de etkileniriz, aynı zamanda etkileriz, bu yüzden Allah’ın emrini unutmamalıyız. “Kullarıma, en güzel şekilde konuşmalarını söyle! Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın amansız, apaçık bir düşmanıdır.” (İsra-53) Konuştuğumuz dilin öz olup olmadığına bakmadan önce ne söylediğimize bakmalıyız. Hatta hangi dilde daha güzel ifade ediliyorsa onu öncelemeliyiz.
Hayatımızda birçok şeye olduğundan daha fazla anlam katabiliriz, herhangi bir eşyaya, insana, mala, paraya, makama veya kendi varlığımıza. Bunlar bize süslü gösterilmiştir, “Kadınlara, evlatlara, öbek öbek yığılmış altın ve gümüşe, güzel cins atlara, davarlara ve ekinlere karşı aşırı sevgi insanlara çekici ve hoş gösterildi. Oysa bunlar, dünya hayatının nimetleridir. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır.”(Al-i İmran-14) İmtihan olduğumuz dünya bu yüzden bu kadar albenili ve cezbedici. Hâlbuki her şeyin bir yaradılış amacı var, bu amaç kendisiyle birlikte var olur, ona iliştirilmiş amaç sebebiyle bir değer verilir varlığa. Elimizde tuttuğumuz kalem böyledir, yazı yazma aracı olarak vardır, daha ötesinde bir anlam yüklersek anlamsızlığa dönüşebilir. Örneğin bir spor takımı tutmak ne anlama gelebilir ki, hayatlarını taraftarlık ruhuyla yaşayanlar, gerektiğinde “ölmeye” giden güruha dönüşüyorsa bu sağlıklı bir durum olarak görülebilir mi? Boş vakitlerini değerlendirmek için bir araç olan spor hayatın merkezinde yer alabilir mi? Bu, bir takıma verilen fazla anlamdan dolayı içine düşülen anlamsızlık halidir.
Vatan kavramı da böyle bir anlam yüklemesine maruz kalmıştır. Üzerinde doğduğumuz, mutluluğu, sevinci yaşadığımız bir toprak parçası olarak vardır. Sokaklarında dolaştığımız, anıları paylaştığımız bir mekân olarak çok fazla anlam yüklemeye müsaittir. Yukarıdaki şiiri vatan için de okumuş olsak çok anlamlı bir şiir olabilirdi, ama bu anlam yüklemesi doğru olacak mıdır? Vatan denilen toprak parçası üzerinde yaşananlardan dolayı duygu barındırır, üzerinde kötü hatıralar, unutulması gereken yaşanmışlıklar olsa aynı duygusal bağ olumsuz olarak kurulacaktı. Hz. Musa kavmini Mısır’dan alıp götürmüş başka topraklara yerleştirmişti, eğer toprak parçası kutsal olsa o topraklardan ayrılırlar mıydı? Ülkemizde kutsal sayılan vatan toprağı kutsiyetini atalarımızın savaşlarda döktüğü kandan almakta. Bir toprak parçası bu şekilde kutsiyet kazanıyorsa, dünya üzerinde kan dökülmemiş toprak parçası herhalde yoktur. Nerede daha çok kan döküldüyse oranın daha kutsal olması gerektiği gibi bir ironi de ortaya çıkıyor üstelik. Akıncı beylerinin Balkanlarda döktüğü kanlar da hesaba katılırsa Yunan topraklarının kutsallığından bahsedebiliriz. Çin’den tutun Viyana’ya kadar istediğiniz yer için savaşın, her türlü şehit olursunuz.
Aslında konuşmamız gereken, dinleri, özgürlükleri, namusları için savaşan insanımızın dökülen kanı. Bu topraklarda ölmüşlerdir ama bu topraklar için değil. Dinleri için ölmüşlerdir. Onların bu toprak parçasında ölmelerinden dolayı toprak parçası yücelmedi, bu toprak parçasında dinlerini yaşabildikleri için bu toprağı savundular. Yüceltilmesi gereken toprak değildir, üzerinde yapılan iştir, eylemdir. Günümüzde “vatan” için ölenlere şehit deniyor hâlbuki Allah kendisi için ölenlere şehit der.
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Onlar, diridirler fakat siz hissedemezsiniz.” (Bakara-154)