İnsan hakları Fransız İhtilali ile varlığını duyurmuş ardından tüm dünyada yayılmıştır. Süreç içinde çocuklar da insan hakları kapsamında bir özne olarak değerlendirilmeye alınmıştır. Aydınlanma çağı öncesi çok fazla öneme ve değere sahip olmayan çocuk; zamanla hukuki anlamda ve toplum içinde büyük bir yere sahip olmuş ve devamında ayrıcalıklar kazanmıştır.
10 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ; ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ’Nİ imzalamış ardından 2 Eylül 1990 tarihinde sözleşme yürürlüğe girmiştir.193 ülke tarafından onaylanan Çocuk Hakları Sözleşmesi ; Birleşmiş Milletler kapsamında en çok onay alan sözleşmedir. Ülkeler BM’in hazırladığı birçok sözleşmeyi imzalamakta çekimser davranabiliyorken , konu çocuk hakları olduğunda destek vermekten geri durmamışlardır. Türkiye ise 14 Ekim 1990’da imzaladığı sözleşmeyi ,27 Ocak 1995’te yürürlüğe koymuştur.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin onaylanmasından çok öncesi 1946 yılında ise UNİCEF ( United Nations İnternational Children’s Emerceny Fund) Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu kurulmuştur. Savaşın en çok etkilediği ve en masum kesim olan çocuklara dünyanın dört bir yanında ulaşmaya çalışan UNİCEF zaman içinde adını duyurmuştur. Halen etkin olarak çalışan bir kuruluştur. Amacı; savaştan, siyası çatışmalardan, ekonomik bunalımlardan etkilenen ve hiçbir suçu olmayan çocukların elinden tutabilmektir. Açlıkla , susuzlukla pençeleşen miniklere , henüz bebeğiyle oynayıp ona gelinlik dikiyorken bir anda kendini gelinliğin içinde bulan , korkak ve yaşlı gözlerle çevresine bakan masum bir çocuğa ışık olmak için uğraş veren UNİCEF ; dünya devletlerinin ve ayrıca sosyal kuruluşların, derneklerin, eğitim kurumlarının ve daha bir çoğunun desteğini almaktadır.
Ülkemizde; çocuk her zaman değerli olmuştur. Toplumumuzda annenin yüceltilmesi de çocuğa ve aileye verilen önemden kaynaklanıyor olsa gerek. Anneler çocukları için her türlü fedakarlıktan geri durmamış, halk dili ile “saçını süpürge etmiştir” çocukları için.
Eski yıllarda Anadolu’da kız çocuklarının geri plana itilmesi, başarılı olmasına rağmen sırf dişi olduğu için bir çocuğun okutulmaması ne yazık ki toplumumuzun en büyük yaralarından biri idi. Gününüzde bu yaranın tamamen tedavi edildiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil . Ancak sosyolojik bir gelişme kaydedildiği de tüm açıklığı ile ortada.
Refah içinde yaşayan ailelerde çocukların hak ettikleri yeri bulmaları daha kolay iken ekonomik sıkıntılar ile boğuşan, tüm aile fertlerinin çalışmak zorunda olduğu kesimde ise ; çocuklar, daha çok küçük yaşlarda çalışma yaşamına katılmakta ve okula gitmesi gereken bir yavru pamuk tarlasında yada çay bahçesinde ağır yükler altında ezilebilmekte. Bu ve benzeri durumların engellenmesi için devletin denetim mekanizmasını aktif şekilde kullanması gerekmektedir.
Ülkemiz çocuk hakları konusunda her geçen gün yeni bir adım atmaktadır. Çocuk İzlem Merkezleri( ÇİM), Emniyet Çocuk Büro Amirlikleri, Çocuk Savcılıkları ve Çocuk Mahkemeleri bunlardan bazılarıdır. Ancak bu atılımların amacına ulaşabilmesi için uygulamada; anne babalara, öğretmenlere, polislere, adliye çalışanlarına, avukatlara çok fazla iş düşmektedir. Sanık yada mağdur sıfatı ile ifadesine başvurulan bir çocuğun , emniyet makamlarınca ve adli makamlarca öncelikle ÇOCUK olduğu unutulmamalıdır. CMK sistemi kapsamında soruşturma ve kovuşturma aşamasında barolar tarafından çocuklara avukatlar atanmakta, böylece yargılamanın tüm aşamasında çocuğun hakları koruma altına alınmaktadır.
Günümüzün en büyük sorunlarından biri ise ne yazık ki her gün haberlerde duymaya alıştığımız; kaybolmuş çocuklar ve ardından gelen ölüm haberleri. Toplumun sabrını tükenme noktasına getiren bu olaylara sürekli yenileri eklenmekte. Toplum içinde ses getiren bu olaylar hem sosyolojik açıdan hem psikolojik açıdan acilen ele alınmalı ve konu hakkındaki hukuki düzenlemelere hız kazandırılmalıdır. Kaçırılan , tecavüze uğrayan ve ardından öldürülüp atılan çocukların(vahşi) cinayet davaları , barolar tarafından yakından takip edilmektedir. Adaletin sağlanması, toplumda yükselen ateşin düşmesi ve aynı zamanda şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği ispatlanamayan bir suçtan sanığın beraati ; yargı makamlarınca çok hassas değerlendirilmesi gereken iki zıt kutup vaziyetinde ne yazık ki.
Bir diğer hassas ve üzücü durum ise çocukların maruz kaldığı cinsel tacizler. Henüz beş yaşındaki bir çocuk yada on altı on yedi aşındaki bir genç kız bir delikanlı bu suçun mağduru olabiliyor. Minik bir yavru için komşu amcası ya da mahallenin bakkalı bir anda canavara dönüşebiliyor. Tek derdi derslerini yüksek puanla geçmek olan masum bir yavru ; servis şoförünün , kantincinin yada ne yazık ki öğretmeninin tacizine maruz kalabiliyor. İlk başta imkansız gibi görünse de ülke genelinde tacize uğrayan öğrenci sayısı binlerle ifade ediliyor. Tacize uğrayıp ardından hayatla tüm bağlantısını koparan çocukları yeniden hayata bağlamak ve yeni vakıalara engel olmak için topluma çok büyük sorumluluk düşmektedir. Çocuğumuzun , yeğenimizin, komşu çocuğunun yada yolda gördüğümüz herhangi bir çocuğun derdine çare olmak, sıkıntısını dinleyip ardından gerekenin yapılması için emniyet güçlerine ve adli makamlara durumu bildirmek her yetişkinin görevidir.
Türk Medeni Kanunu’na ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre 18 yaşını doldurmamış herkes çocuktur. Irkına , rengine , dinine, diline,sosyal yapısına bakılmaksızın her çocuk korunmayı ve sevilmeyi hak etmektedir. Toplum içinde haklarını savunması beklenemeyen çocuklara karşı pozitif ayrımcılık tüm dünyaca benimsenmiştir. En önemlisi ise kağıt üzerinde ve düşünsel olarak önemsediğimiz, değer verdiğimiz çocuklara ; gerçek hayatta olması gereken değerin verilmesi ve dünyada gözü yaşlı çocuk kalmaması için elden gelenin fazlasının yapılmasıdır.
Ülkemizde ve tüm dünyada ; aç, acı çeken, korkan, duyduğu en ufak bir sesten ürken, tek bir çocuk kalmaması dileği ile. Tüm çocukların 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günü kutlu olsun.
Av. Tuğba LALE
Manisa Barosu Kadın ve Çocuk Hakları Komisyonu üyesi