Son yıllarda, özellikle gençler arasında gün geçtikçe yükselen bir Osmanlı sevgisi ve hayranlığı dikkat çekmeye başladı. Bu gayet güzel ve sevindirici bir durum elbette…
      
       Üç kıtaya yayılan bir imparatorluğu at sırtında aylarca yol kat edip bin bir güçlükle inşa eden, hâkimiyeti altındaki bütün halklara adaletle hükmeden ve o günlerdeki şartlara rağmen asırlarca yöneten şanlı atalarımızla ne kadar övünsek azdır. 
      
       Fakat özellikle gençlerin Osmanlı’ya olan hayranlığının biraz yüzeysel kaldığını düşünüyorum. Sanki Osmanlı denilince akla hemen suratlarda patlayan okkalı bir tokat, muhteşem pala bıyıklı yeniçeriler, sayıları her geçen gün artmakta olan ve artık sünnet düğünlerine bile giden mehteran takımları, debdebe, ihtişam ve bunun gibi şeyler geliyor.  
      
       Ortaokula giderken tarihi olayları ve geçmişte büyük izler bırakmış kişileri roman kurgusuyla işleyen bir yazarın kitaplarını okuyordum. Kendisine çok saygı duyduğum bir öğretmenim elimde gördüğü ve Yavuz Sultan Selim’in hayatının bir bölümünü anlatan kitabı uzanıp benden aldı, sayfalarını şöyle bir çevirdi.
 
       “Bu kitapta Yavuz Sultan Selim için neler yazıyor?” diye sordu. Ben ona şaşkın şaşkın bakmakta iken devam etti.
 
       “Onun ne kadar iyi kılıç kullandığından, nasıl ata bindiğinden, cengâverliğinden falan bahsediyor, değil mi?” Evet, gerçekten de öyleydi. Kitapta Yavuz Sultan Selim genellikle büyük bir asker ve komutan olarak anlatılıyordu. Öğretmenim sözlerini şöyle tamamladı.
  
       “Peki, sen Yavuz Sultan Selim’in koskoca bir cihan padişahı olmasına rağmen çok mütevazı, bilime ve bilim adamlarına çok değer veren hatta aynı zamanda usta bir şair olduğunu da biliyor muydun?”
 
       Evet, sadece Yavuz değil, diğer Osmanlı padişahlarının birçoğu iyi birer devlet adamı ve asker olmalarının yanı sıra daha birçok meziyetlere de sahiptiler. Çok okuduklarını, yazdıklarını, kültüre, sanata ne kadar değer verdiklerini zamanla öğrenmiştim.
 
       Şöyle bir düşünelim; Fatih İstanbul’u sadece askeri gücüyle mi fethetti? Tabii ki hayır… İki yıl süren planlı bir hazırlık, işinin uzmanı insanlarla sürekli istişare, fetih sürecinin akıllıca yönetimi ve bütün bunların sonunda gelen başarı…
 
      Bilhassa Osmanlının parlak devirlerinde insanlar işlerini en iyi şekilde yapmaya büyük özen gösterirlerdi. İnsanların önceliği para kazanmak değil yaptığı işin hakkını vermek, mesleğinde iyi bir usta olmaktı. Mesela ayakkabıcılığı meslek edinen birine ustalık unvanı vermeden önce bir ayakkabı yapmasını isterler, onu gece boyunca içi su dolu yayvan bir kapta bekletirlerdi. Sabaha kadar ayakkabının içine su girmemişse sahibi ustalık unvanı alma hakkını kazanırdı. İçine azda olsa su girecek olsa, ibret olarak işyerinin çatısına atılırdı. “pabucu dama atılmak” ifadesinin de bu şekilde ortaya çıktığı rivayet edilmektedir.   
 
      Osmanlıyı ve tarihte ismini nice başarılarla duyurmuş atalarımızı gereğince anlayabildiğimiz ölçüde onlara yaraşır bir nesil olacağımızı düşünüyorum.
     
       Ve inanıyorum ki, bir gün onları sadece muhteşem tokatlar atan yeniçerilerden çok öte insanlar olarak anacağız...